14 Eylül 2009 Pazartesi

İzin ver sana anlatayım...

"Her şey, gururla "ben buyum" demeyi bırakıp utangaç ve korkak bir biçimde başını öne eğmenle ve kelimelerinle tavırlarının "ben bu olmalıyım" düşüncesi ile yer değiştirdiği o gri günde başladı."

Yukarıdaki alıntı aslında kitabın başlangıcı değil. Aksine, kitabın sonundaki öykünün bitiminde yer alan bir söz.

Orijinal adıyla Dejame Que Te Cuente Arjantin'in belki de en ünlü gestalt psikoterapisti olan Jorge Bucay tarafından yazılmış bir kişisel gelişim kitabı. Bir psikolog olarak kişisel gelişim kitaplarının çoğunu maddi kaygılarla yazılmış, hayatın karmaşıklığını insanlar için basite indirgemeye çalışan kitaplardan öteye geçmediğini düşünürdüm. Zaman zaman böyle kitapları okumaya başlayıp yarısına gelmeden bir kenara bıraktığımı hatırlıyorum. Bu kitap, İspanya'daki kitapçı raflarında Öz destek (self-help) kitabı olarak satılıyor olsa da bence bu kitap psikoterapi sürecine girmeyi düşünen kişiler için bir giriş kitabı olmalı.

Her ne kadar senelerce ben klinik psikolog olmayacağım diye çırpınmış olsam da, psikoterapinin faydaları konusunda şüphem de olsa, terapi sürecini bir öğrenme süreci olarak kabul edip insanları biraz bu konuda bilinçlendirmenin yerinde olacağını düşünüyorum. İste bu noktada imdadıma bu kitap yetişiyor.

Kitapta bir gestalt psikoterapisti ile danışanı arasında geçen seansların kilit anları ve bu anlar ile ilgili olarak danışana farkındalık kazandırmak için kullanılan öyküler yer alıyor. Kitaptaki psikoterapist (ki aslında bu yazarın kendisi) olayların sembolize edilerek öyküleştirilmesinin ve anlatımdan sonra danışan tarafından keşfedilecek anlamının terapötik süreçte etkili olacağı düşüncesinde. Bu düşünceden yola çıkarak danışanın seansa getirdiği problem durumlar ile ilgili yorum yapmaktansa durumlara uygun öykü anlatıp yorumu danışanın kendisine bırakıyor.

Kitapta ortaya problem durum olarak getirilen konular ise bir terapi sürecinin gidişatını öne seriyor. Bu durumlara örnek vermek gerekirse:

- Ben ne tür bir terapi alıyorum?
- Tedavi sürecinin neresindeyim? Ne zaman terapiyi bırakmalıyım?
- Terapist-Danışan arasındaki bağlanma ilişkisi
- Gestalt felsefesi
- Farklı bakış açılarını sorgulama
- Romantik bağlanma
- Aile içi ilişkiler
- Sahiplenme duygusu
- Yalnızlık

Ben en çok danışanın nasıl bir terapi sürecinde olduğunu sorguladığı bölümü beğendim. Neden diye soracak olursanız, bu bölümde terapist çok basit bir dille terapi çeşitlerini açıklamış olmasını ve danışanına bu konuyla ilgili farkındalık kazandırmaya yönelik bir yol izlemesinin tedavi sürecinde olumlu bir etki yaratıyor olacağını düşünmemdir. Bence bilinçli danışan (sanırım bu gruba psikotik hastaları sokamayız) eğer içinde olduğu sürecin özelliklerini bilirse bu süreci daha çok sahiplenir. Sonuçta kendi iyileşme sürecini sahiplenmeyen biri, eğer kendini terapistinin sihirli değneğine bırakırsa ileriki aşamalarda hayal kırıkları ortaya çıkabilir.

Dikkatimi çeken diğer bir bölüm ise danışanın terapi sürecine ara vermeye hazır olup olmadığını sorguladığı bölümdü. Genelde terapi sürecinin ne zaman sonlanacağına terapistler karar verir diye bilinir (ki belli ekollerin takipçisi olan terapistler bunun aksini reddeder). Bu kitapta danışan terapiyi bırakmaya hazır olup olmadığıyla ilgili sorgularken terapist ona sadece bir ayna tutuyor. Bu bölümü okurken terapistlerin işlerinin aslında ne kadar zor olduğunu farkettim. Zaman zaman terapi gören arkadaşlarımın deneyimlerini dinlerken terapi süreçlerinin sonlandırılması ile ilgili çeşitli yaşantılar duydum. Bir çoğu bir kaç seanstan sonra bir değişim olmamasından yakınarak terapiyi kestiklerini söylemişlerdi. Oysa ki danışanlara davranış/düşünce/duygu değişimlerinin kolay olmadığı ve terapi sürecinin ne zaman cevap vermeye başlayacağının beklenildiği terapi süreci başlangıcında açıklanırsa, danışan da beklentilerini buna göre ayarlayabilir ve beklentilerine cevap veren bir terapiden daha memnun bir şekilde ayrılabilir diye düşünüyorum.

Bu noktada benim vurgulamak istediğim öğrenme süreçlerinde olduğu gibi psikoterapi süreçlerinin de iki önemli unsuru motivasyon ve beklentilerin insanın ruh sağlığı ve ruhsal gelişimini ne kadar etkiledikleri.

Kitapta bulunan 51 öykü içinde bir nasrettin hoca fıkrası da var:

"Hoca komşusundan bir gün kazanı ödünç ister. İade ederken de hem teşekkür eder, hem içine minik bir kazan koyar. Komşusu merakla bu minik kazanı sorunca da, "Komşu, bizdeyken kazanın doğurdu" der. Komşusu bu işe pek sevinir.
Aradan epey zaman geçer, Hoca yine komşusundan kazanını ödünç ister. Komşusu da sevinerek verir. Ama bu kez aradan günler, haftalar, hatta aylar geçer, kazandan ve Hoca'dan ses çıkmaz. Nihayet bir gün komşusu konuyu açmaya karar verir,"Hoca bizim kazan ne oldu?" diye sorar. Hoca da üzgün bir ifadeyle,"Komşu çok zaman geçti aradan, senin kazan öldü. Sana nasıl söyleyeceğimi düşünüp duruyordum" deyince sinirlenen komşusu,"Hocam ne diyorsunuz? Hiç kazan ölür mü? Kazan canlı mı ki ölsün?" Hoca,"Doğurduğunu kabul etmiştin, sesin çıkmamıştı, şimdi ölünce nden feryat ediyorsun" der komşusuna"

Psikoterapist bu fıkra ile danışanının ebeveynlerinden ayrışarak yetişkin rolünü yüklenmek isterken bir yandan da bu rolün getirdiği bazı sorumlulukları nasıl kabul etmediğini sorgulatmayı amaçlıyor.

Maalesef bu kitap henüz Türkçe'ye çevrilmemiş. Jorge Bucay'ın İngilizce'ye tercüme edilen tek kitabıysa "
The Power of Self-Dependence: Allowing Yourself to Live Life on Your Own Terms"

Bence Jorge Bucay Türk yayıncılar tarafından keşfedilmesi gereken bir psikoterapist yazar. Her ne kadar İspanyolca da olsa buraya onunla yapılan bir röportajın videosunu koyarak bu yazımı bitirmek istiyorum.

Hayatınıza yön verebilecek öykülerle karşılaşmanız dileğiyle...