14 Şubat 2010 Pazar

Vygotsky'e göre Oyun: Tartışma, Yansıtmalar, Kapanış

Uzun bir aradan sonra herkese tekrar merhaba. Aslında yeni yıl hedeflerimden biri bu bloga en az haftada 1 yazı yazmaktı ancak yeni yıl bana hiç hesapta olmayan yeniliklerle geldi. Doktora tezi önerisi, ingilizce sınavı, iş, katalanca kursu derken bir de taşınmam gerekti. O yüzden bu kadar ara verdim. Ama umutluyum bundan sonra daha sık yazacağım. Mesela doktora tezimi yazarken yaşadığım süreci ve kendimi sorgulamalarımı yazmanın öğretici olacağına karar verdim ve bir sonraki yazımda bunu yazmayı düşünüyorum. Ayrıca önümde "Öğrenen Okullar" başlıklı bir konferans, Anna Lindh Vakfı 2010 Forum'u, World Conference on Psychology, Counselling & Guidance var ki bunlardan bol bol malzeme toplamayı umuyorum. Ancak şimdi, uzun zamandır erteledeğim konuyu tekrar gündeme getireceğim ve Vygotksy'e göre Oyun yazı dizimi bu yazıyla şimdilik bitireceğim. Bu son yazı tez danışmanımla yaptığım makale tartışması konulu toplantımızdan alınan notlar niteliğinde olduğu için bazı noktalar tekrar tekrar dile getirilmektedir. Ayrıca toplantı notları olduğu için bazı bölümlerde bütünlük olmayabilir. Yazıda bahsi geçen Vygotsky'nin makalesine bu yazının başlığına tıklayarak ulaşabilirsiniz.

ANLAM YAPILANDIRMASI:

Oyun, anlamların ve günlük etkinliklerin yapılandırıldığı yoğun süreçtir. Düşünme süreci başladığında eylemler dışsal veya içsel olarak ortaya çıkabilirler.

Vygotsky oyundan bahsederken hiçbir zaman sembolik oyun veya sosyo-dramatik oyun gibi isimler kullanmaz. Bununla birlikte açıklamalarından anlarız ki Vygotsky, bu başlıklar altında incelenebilecek oyunları inceler.

Aklımıza gelen diğer bir soru da bir sopa at olarak çocuk tarafından kullanılabilinirken neden bir kartpostal at yerine geçmez? Oyun sırasında anlam fiziksel özelliklerin önüne geçer. Oyun aracılığıyla çocuk nesneleri farklı anlamlara gelecek şekilde dönüştürebilirler. Bununla beraber, çocuk kartpostalı ata dönüştüremez çünkü hem fiziksel hem de anlamsal özellikleri atın özelliklerinin çok uzağına düşer.

Anlam: Ağaç Nesne:


Bir kelime : - somut bir nesneyi ifade edebilir

-soyut bir kavramı ifade edebilir.

- bir kavram ya da anlamı ifade edebilir.

Sözlük fikri de buradan gelir: Bir kelime diğer bir kelimeye atıfta bulunur. Ör: Obama … O A.B.D.’nin ilk siyahi devlet başkanıdır. İkinci cümledeki O, somut birini ifaden eden bir kelime olmakla birlikte, tek başına bakıldığında O bir kişi zamiridir ve herhangi bir kişinin yerine kullanabilir.

Mesela 1,5 yaşında bir çocuk “anne” dediğinden kendi annesinden bahseder, genel anne kavramından değil.

Bazı kelimelerin de bir nesnesi yoktur ve soyut kavramlara atıfta bulunurlar.

Kelime

Nesne Soyut Kavram/Anlam

Yukarıdaki üçgene bakınca aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Eğer Kelime-Nesne bağlantısı oluşmazsa, Kelime-Soyut Kavram/Anlam bağlantısı ortaya çıkabilir mi?

Zeka geriliği ve psikotik kişilerde kelime-Soyut kavram ilişkisinin ortaya çıkması düşünülemez.

Mesela psikotik delirium vakasına tren dediğinizde kendi üzerine bir treni geliyor gibi düşünür. Normal bir birey gündüz hayaline dalarsa bilir ki bunlar kafasındaki fantezilerdir. Ancak psikotik bir birey bu gündüz hayalini bir gerçekmiş ve yaşanılmış bir olay olarak algılar.

Yaşamın ilk yaşlarında kelimeler neredeyse ait oldukları nesnelerin etiketi gibidir ve nesne ile kelime arasında doğrudan bir ilişki vardır. Mesela 0-3 yaş grubundaki çocuklara annelerin resimlerinden oluşan bir albüm gösterilir ve “Anne”yi göster (anneni göster değil, anneyi göster) denildiğinde çocukların her biri kendi annesini işaret eder ve “anne” kelimesinin anlamını kendi annelerinin fotoğraflarıyla ilişkilendirirler.

Anlamın yapılandırma sürecini bir spiral olarak düşünebiliriz. Çocuğun yapılandırdığı ilk anlamlar nispeten daha özneldir ve bu anlamlar kendi deneyimlerine bağlıdır ve her zaman çocuğun duygusal ve motivasyonel durumuyla da ilişkilidirler.

Anlam yapılandırması aşamasında öznel anlamdan nesnel (paylaşılan) anlama geçişten bahsedebiliriz çünkü çocuk sosyalleşmeye başlayarak artık sadece kendi deneyimlerine bağlı kalmaz, kültürel ve sosyal deneyimlerden de etkilenir. Bir şekilde sosyal ve kültürel yaşantılar çocuğun kendi deneyimleri ve duygusal durumuyla ilişkilenir. Örnek: Sınıfta “anne” kavramı üzerinde çalıştığımızı düşünelim. Ancak biyolojik anneden değil, bakıcılık rolünü üstlenen çocuğun bakımından sorumlu olan kişilerden bahsedelim ki bu durumda bahsedilen anlamda anne kadın olmak bile zorunda olmasın. Bununla beraber yetişkinler “anne” kelimesinin sosyal olmayan anlamını yapılandırdıklarında bile anlam büyük oranda sosyal veya kültürel anlamlardan etkilendiğini görebiliriz.

Geçiş Aşamaları: Okul Öncesi dönem—>İlkokul Dönemi –> Soyut Düşünme

1. Nesne/Bir Şey --> 2. Anlam (Meaning and Sense)

Çocuk bir nesneye isim koyma, onu anlamlandırma kapasitesine eriştikten sonra nesnenin anlamı nesne ile yer değiştirebilir. 1,5-2 yaşındaki bir çocuk bir topu arayıp bulabilir, ancak bunu yapabilmesi için topun hep aynı yerde saklanması gerekir. Çocuk, topu ve topun bulunduğu yeri zihninde tasarlayabilir, onu aramaya gider, bulup getirir. İşte bu örnekten yola çıkarak “zihinsel temsil” vardır diyebiliriz. Ancak 10 aylık bir bebek için top yuvarlanıp bir mobilyanın altına kaçarsa top artık bebek için var olmaktan çıkar. Bu yaştaki bebek için zihinsel temsilden bahsedilemez.

İşte Vygotsky’e göre okul öncesi yaşlarda oynanan oyun işte bu anlam yapılandırmasının ve zihinsel temsilin bir parçasıdır.

Anlam/Anlamın taşıyıcısı ---> At Şekli/Kelime olarak “at”

Nesne-Anlam yer değişimin gerçekleşebilmesi için her zaman bir destek objesine ihtiyaç duyulur. Çocuk anlamı atfedebilmek için bu anlamın nesnesine ihtiyaç duyar. Oyununda atı anlam olarak kullanmak isteyen bir çocuk, sopanın üzerine ata biniyormuş gibi oturur ve böylece nesne-anlam aktarımını gerçekleştirir. Bir başka örnek: yazın bir müzik aletinin önünde onun düğmeleriyle oynayan bir çocuk düğmelere bu anne, bu baba, bunlar da çocuklar diyerek onları hacimlerine göre anlamlandırmıştı.

Vygotsky’nin incelediğimiz bu makalesi 1900lü yılların başında yazılmış. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda o zamandan bu zamana çocuk yetiştirme stilleri ve çocuk eğitimi ile ilgili yapılan araştırmalarım metodolojilerinin farklılaştığını vurgulamakta fayda var. Günümüzde 3 yaşına gelmiş çocuklar okul öncesi eğitim almış, yeterince uyarıcıyla karşılaşmış oluyorlar (en azından İspanya’nın genelinde durum böyle. 0-3 yaşın okullaşma oranı %90 civarında). Artık çocuklar başka türlü hayat deneyimi yaşıyorlar ve bazı şeyleri daha önceden yapabilme becerisi kazanıyorlar.

Tekrardan Nesne-Anlam transferine dönecek olursak, bir objeyi başka bir nesneye dönüştürmeyi sağlayan şey o objeye yüklenen anlamdır. Nesneye yüklenen anlam o nesnenin fonksiyonunu (işlevini) de içerir. Nesneyi dönüştürürken çocuk nesnenin görsel geçerlik sınırlılıklarından sıyrılır. Bu nesneye yüklediği yeni anlam yeni nesnenin işlevini de içerir. Anaokullarındaki çocuklardan bir şeyi tanımlamaları istenildiğinde genellikle bu nesnenin işlevini içeren bir tanım verirler. Ör. Sandalyeyi tanımla. Sandalye’ye oturulur. Bununla beraber, sandalye 4 ayaklı, tahtadan yapılmış mobilya olarak da tanımlanabilir.

VYGOTKSY'E GÖRE OYUN

Vygotsky bu incelediğimiz makalesinde 2 ana soruyu ele alıyor:

1) Oyunun “Genesis”i yani ne zaman ortaya çıktığı ve orijini.

2) Oyunun anlamı ve çocuğun gelişimi üzerindeki işlevi.

Koffka’ya göre çocuk için her şey bir oyundur. Yemek yerken oynar. Uyku zamanında oynar.

Vygotsky ise oyunu diğer etkinliklerden ayırt eder. Okulda hem çalışıldığını hem de oyun oynandığını ifade eder. Çocuk çalışırken oyun oynamaz. Vygotsky’e göre hayat çocuk için bir oyun değildir. Ancak oyun çocuk için temel bir davranıştır ve çocuğun gelişimi üzerinde önemli bir yere sahiptir. Bir sözlüğe baktığımızda oyun yapılmasından haz alındığı için gerçekleştirilen bir etkinlik olarak tanımlanır (en azından İspanyol dil kurumu olan Academia Real sözlüğünde böyledir). Vygotksy ise haz almanın oyunun en temel yapı taşı/tetikleyicisi olmadığını savunur. Oyundan daha çok haz veren şeyler vardır. Öncelikle çocuk fonksiyonel haz arar bunun ne olduğunun bilincinde olmasa da. Ör. 2 yaşında bir çocuk parmağını emmekten, mutfak köşesinde oyun oynamaya nazaran daha çok zevk alacaktır.

Kurallı oylunlar kazanma ve kaybetmenin olduğu, sadece beden eğitimi odaklı değil, sonuç odaklı olarak oynanan oyunlardır. Ör: Satranç. Bu oyunlar sırasında oyun oynayan çocukta tatmin olamama ile ilgili duygu durumu ortaya çıkar. Özellikle de çocuk oyunu kaybediyorsa. Oyun-“oyun” olduğu halde sonucu itibariyle çocukta hoşnutsuzluk da yaratabilir. Çocuk oyun sırasında haz alma peşinde koşmaz. Oyun oynarken zevk arayışında değildir.

Çocuk oyunlarını analiz ederken çocuğu oyun oynatmaya başlatan itici gücü de incelemek önemlidir. Bu noktada aklımıza şu soru takıldı: Neden tüm dünyada çocukların ilk oynadığı oyunlar “yemek yeme” oyunlarıdır? Çocuğu oyun oynamaya götüren motivasyon tetikleyicisi nedir?

Vygotsky, Piaget gibi dönem kuramcılarına da kapalı olarak atıfta bulunur. Piaget gibi kuramcılar çocukları izole olarak ele almışlardır. Onları motive eden, çevresel uyarıcıları göz ardı etmişlerdir. Bu nedenle de Vygotsky onları eleştirir. Vygotsky derki bir çocuk bir dönemden diğerine geçerken bir itici güç, motivasyon, ilgi vardır. İşte oyunun dinamiklerini anlamak için mutlaka bunları incelemek gerekir: Gerçeği başka bir şekilde anlamak için çocuk neye ihtiyaç duyar? İşlem öncesi dönemden somut işlemsel döneme geçiş için neye ihtiyaç duyduğunu anlamak gerekir. İşlem öncesi dönem, gerçek hayatı ancak kısmen açıklar. Bir dönemden diğerine geçmek için çocuk entelektüel bir çaba harcamalıdır ve bu çabayı harcaması için de çocuğu motive eden bir şeyin olması gerekir. Ve bu motive eden şey sadece “haz alma”ya veya “zevk”e indirgenemez. Özetle ana fikir şudur: Oyunu oynarken bir motivasyon sebebi vardır ve bu sadece zevk almak değildir.

Dürtüler + Motivasyon

Mesela düğmelere basma. Açıp kapama. Elektriklerin yakılıp söndürülmesi. Bu bir oyun olarak değerlendirilemez. Bu düğmelerin işlevinin anlaşılmaya çalışıldığı bir deneydir

Psikoanalitik yaklaşım der ki oyun semboliktir. Vygotksy ise oyunun sembollerden oluşmadığını ancak sembolik olduğundan bahseder ki (burada ki sembolik nesne-anlam transferinden gelir. Psikoanalitik yaklaşımda sembolik daha çok bilinçaltı ile bağlantılandırılır.)

Yaşın değişmesi motivasyon edici sebeplerin de değişmesine yol açacaktır. Bu değişiklik de evrim aşamasının değişmesini beraberinde getirir. ÖR: 2-3 aylık bir bebeği elleri ilgilendirecektir. Bu ilgi onun parmaklarını emmesine yol açar. 3 yaşındaki bir çocuk içinse durum farklıdır. Bu yaşlarda hemen gerçekleştirilemeyecek istekler ortaya çıkmaya başlar ve böylece farklı motive edici sebepler belirir.

Örnek Fikir: Çocuk araba kullanmak ister. Ancak yaşı ve fiziksel özellikleri nedeniyle kullanamaz. Bu isteğini ertelemek çocuk için çok zordur. Çocuk için “ben şimdi, hemen araba kullanmak istiyorum”dur. 3 yaşından küçük olan çocukların isteklerinin geleceğe aktarabildikleri görülmemiştir. 3 yaş altındaki bir çocuk “ gelecek hafta hayvanat bahçesine gitmek istiyorum” demez. Gitmek istiyorsa hemen o anda bunu gerçekleştirmek isteyecektir. İşte oyun bu noktada ortaya çıkar. Hemen gerçekleştirilmesi mümkün olmayan isteklerin giderilmesi işlevini görür. Yani diyebiliriz ki: oyun haz alma isteğinden çok gerçekleştirilmesi mümkün olmayan istekleri giderici işlev görmesi nedeniyle ortaya çıkar. Çocukların ilk oyunları yetişkin rollerine bürünmeleriyle görülür (anne, şoför, doktor, ev hanımı vs).

Yaş nedeniyle çocuk yapmak istediği şeyi yerine getiremezse bu durum onda kızgınlık yaratır ve bu kızgınlığı yönetemez. Bu isteği baskılamak ya da ertelemek için çocuk oyun oynar.

Oysa yetişkinlerde durum farklıdır çünkü devreye dil girer. Yetişkinler dil sayesinde davranışlarını kendi kendilerine düzenleyebilirler. (ör. Kendi kendine söylenme, bir problemin çözümünü düşünürken sesli düşünme vs.) Ancak çocuklarda dil yeterli düzeyde gelişmediği için öz düzenleme (self-regulation) yapamazlar.

Yoksunluk ve fakirlik içinde büyüyen çocukların ortamlarında oyunun ortaya çıkmadığını gözlemleyebiliriz. Marjinalleşmiş mahallelerde çocuklar oyun oynamayı bilmezler. Oyun diye yaptıkları şey genelde nesneleri fırlatmak veya kırmaktır. Bu durumda yapılması gereken şey oyun malzemelerini kısıtlamak ve sınırlı sayıdaki materyal ile onlara birlikte oynayarak oyun nasıl oynanır onlara göstermektir. Onlara oyun oynamayı öğretmek gerekir.

Oyun oynamaya başlaması için çocuk onu motive edecek bir şeye ilgi duymaya gereksinim hisseder. Yetişkinler evde çocuklarıyla oyun oynamalıdır ki yakınsal gelişimsel alan (zone of proximal development) oluşabilsin. Bu alan çocuğun öğrenme yaşantısında çok önemli bir yere sahiptir ve alanın oluşabilmesi için çocuk ya bir yetişkine ya da kendinden daha yetkin bir yaşıtına ihtiyaç duyar.

Oyunun “Genesis”i (Orijini): Çocuk yapamayacağı şeyi elde etmek ister, giderilememiş/hemen ulaşılamayacak istekler oyunu ortaya çıkaran itici güçtür. Bir çocuk at binicisi olmak ister, sopayı at gibi kullanarak bu isteğini tatmin eder. Küçük yaşlardaki bir bebek de bir şeyler ister ancak onun dikkatini dağıtmak daha kolaydır. Dikkati dağılan bir bebek ulaşmak istediği şeyi de unutacaktır. 3 yaş itibariyle çocukların dikkatini dağıtmak artık o kadar kolay değildir. Onlar hemen doyum arayışı içindedir. Bu duruma bir örnek daha vermek gerekirse, Babasının arabasının şoför koltuğuna geçmek isteyen bir çocuk yetişkinler ve kendi fiziksel kısıtlılıkları yüzünden engellenecektir. O da bu isteğini oyun aracılığıyla gerçekleştirecektir. Mesela bir tabak alıp onu direksiyon gibi kullanarak arabayı sürdüğünü düşünecektir.

Vygotsky’e göre bilinç dildir. Yetişkinlerin dil becerilerine atıfta bulunarak der ki dil olmadan bilinç olmaz, bilinç olmadan da dil olmaz. Ona göre dil, kişiye kendi davranışlarını düzenleme yetkinliği kazandırır. Bir yetişkin dil aracılığıyla (dilini kullanarak) gerçekleştiremeyeceği isteklerden vazgeçebilir. Bu noktada diyebiliriz ki yetişkinler oyun oynamak yerine dilsel seviyede çaba gösterirler. Hayal kurma bu dilsel seviyedeki çabanın yerine geçse de aynı işlevi göstermez. Çocuk gerçekleştiremediği isteği düşünmek ve davranışlarını düşünsel-dilsel düzeyde düzenlemek yerine bu isteğini oynar. Çünkü dil gelişim seviyesi henüz kendini düzenlemesine yetecek düzeye ulaşmamıştır. Kurduğu hayali kullanarak elde etmek istediklerini sahneler.

Nesne/Eylem --> Eylem/Dil --> Eylem = Dil --> Dil/Eylem --> Dil

Dil/Eylem boyutunda dil eylemin önüne geçer: İlkokul öğrencileri oyun oynamaya başlamadan önce senaryoyu yapılandırırlar, kuralları belirlerler. Dil eylemi organize eder.

Sadece Dil’in kaldığı boyutta gündüz kurulan hayallerden bahsedebiliriz. Artık eyleme geçmeye gerek yoktur. Dil eylemin yerine geçer. Düşünsel boylamda fantezi kurmak da işte bu seviyede gerçekleşmeye başlar. Örneğin yazarlar oyun oynamak yerine dil ile-kelimelerle- oynarlar.

Oyun bir uyarıcı-tepki sürecinde oluşan bir refleks değildir. Oyun sırasında çok özel/somut bir durum yenilenmez (20 eylül saat 13.00 de yediği yemeği oynamaz çocuklar), bunun yerine daha genellenmiş fikir gerçekleştirilir (genel olarak yemek yeme durumu sergilenir).

Bir çocuk 4-5 yaşından önce genelleme yapabilme becerisini kazanır. Aksi takdirde dil gelişemez.

6 aylık bir bebek aynada kendini tanıyabilir.

2 yaşındaki bir çocuk o anki duygu durumu doğrultusunda davranır. Bir dakika önce öpücüklere boğduğu bir arkadaşına 2 dakika sonra sen çok kötüsün artık seni sevmiyorum diyebilir.

4-5 yaş itibariyle kavramsallaştırmalar başlamıştır, daha genellenmiş duygulardan bahsetmeye başlayabiliriz.

O halde tekrar oyunun orijinine (Genesis) dönecek olursak gerçekleştirilemeyen isteklere ek olarak bunların genellenmiş istekler olduğunu da eklememiz gerekir.

Ör. Bir çocuk kreşte başka bir arkadaşı ilgi çekici bir oyuncakla oynarken o oyuncağı almaya çalışırsa bu bir oyun değildir. Çünkü bu spesifik oyuncağı o an almak istemektedir. Genellenmiş bir durum değildir. Burada genellemeden kastedilen şey aslında kavramsallaştırmadır yani nesnelerin şekil değil anlam boyutunun kavranmasıdır.

Siz de bir deneyin: 2 yaşındaki bir çocuğa önce sokaktaki arabaları gösterin, daha sonra bir oyuncak arabayı gösterin. Bunların ardından da dergide basılmış olan bir araba reklamındaki arabayı gösterin. Bakalım bu üç şeyin aslında aynı şey olduğunu anlayacak mı?

Yukarıdaki deneyde anlatılan 3 şey algısal olarak benzerlik göstermese de hepsi “araba” olarak kavramsallaştırılır yani genellenir. Algısal olarak tekil, farklı, kendine özgü şeyler olsalar da genelleme sonucu hepsi bir tek kavrama çıkar. Gerçekleştirilemeyen istekler de işte bu duruma benzer.

Bilinç konusuna geri dönecek olursak, ortaya çıkmasının tamamlanması ergenlik çağına denk gelir diyebiliriz çünkü soyut düşüncenin ve dilin tamamen gelişmiş olması gerekir.

Eğlenceli etkinlik sırasında çocuk bir durum kurgular ve bu kurgulanmış durum algılanabilen/somut olandan düşünsel/soyut olanın ayrışmasından meydana gelir. Algılanabilen gerçektir. Bundan ayrışmış olan da düşünsel. Örnek: Gerçek: Sınıfta sandalyelerin arka arkaya dizilmesidir. Hayali olan ise bunu bir tren olarak kabul edilmesidir.


NOT: Vygotsky hakkında bir belgesel yapılmış olduğunu keşfettim. Umarım bir gün elime geçer de izleyebilirim. Eğer nasıl bir şey olduğunu merak ediyorsanız şuradan ayrıntılı bilgiye ve bir kaç sahnesine ulaşabilirsiniz. Özellikle üniversite kütüphanelerinin mutlaka edinmesi gerektiğine inanıyorum.

Ek Not:
Vygotsky'nin fotoğrafı şuradan alınmıştır.
Yakınsal Gelişim Alanı görseline ise şuradan ulaşılmıştır.

2 yorum:

  1. Senin yazılarını okuyunca aklıma hep aynı şey geliyor: Allam ben niye sürüclerle uğraşıyorum?

    Yine çok detaylı, adeta makale gibi bir yazı olmuş Billurcum, sağolasın.
    Bu arada yeni evin hayırli olsun:)

    YanıtlaSil
  2. Olumlu mesajın için teşekkürler Berfucuğum. Ayrıca ne mutlu ki sürücülerle senin gibi işini bilen bir psikolog uğraşıyor, yoksa trafik kazaları nasıl azalacak! Yeni evime de beklerim, gel artık Barselona'ya :)

    YanıtlaSil