4 Mart 2011 Cuma

Bir Doktora Öğrencisinin İtirafları-4

(Bu yazıyı okumadan önce, 3. yazıyı okumak için tıklayın.)

Ne zaman 2011 geldi, ne zaman ilk iki ayı geçti fark etmedim bile. Her hafta sonu “artık yeni bir yazı yazmalıyım” diye bilgisayarın başına geçtim, bir de baktım ki saçma sapan şeylerle vakit uçmuş geçmiş. Bir yandan yazacak çok şey varken öte yandan belki de yazılabilecekler sizleri pek de ilgilendirmiyor. Bu yazının biraz ibretlik bir yazı olmasını amaçlıyorum. Amacım kendimi acındırmak, “vah vah yazık kıza, neler gelmiş başına” demeniz hiç değil. Bu yazıyı okuduktan sonra çıkarmanızı hedeflediğim iki sonuç var: 1) Bir yandan doktora devam ederken, öte yandan hayat da devam ediyor ve hangisi daha zor diye karar vermeniz gerektiği an bilin ki hayat her zaman başı çekiyor. 2) En zor günlerinizde, tam dibe vurmuşken önünüzdeki hedeflere tutunun, hayatın ufak sürprizlerinde mutluluğu yakalayın.

Yazımın sonunda umarım fark edeceksiniz ki doktora yapmak demek araştırmacı olarak yetişmek demek değil sadece. Doktora yapmak demek araştırma tekniklerini yalayıp yutmak, teorik bilgilere hakim olmak, hızlı ve yararlı bir şekilde okuma yapma becerileri kazanmak, makale veri tabanlarını didik didik etmeyi öğrenmek, ulaşamadığınız makaleleri isteyebileceğiniz insanları belirleyebilmek, veri toplama aşamasında ikna etme becerilerine sahip olmak, her türlü teknolojiyi etkili bir biçimde kullanabilmek, gerektiğinde kamera ile çekim yapmak, kaydettiğiniz videoların formatlarını değiştirebilmek, montajını yapmak, belki de senelerinizi verdiğiniz araştırmanız birileri tarafından bilinsin tanınsın diye onu kağıda dökmek, kağıda dökerken belki de bir edebiyatçı özeniyle akademik dil kullanım sanatını ifşa edebilme becerilerini kazanmak, sinirlerinize hakim olmak, psikolojik dengenizi korumaya yönelik stratejiler geliştirmek… Dahasını gelin yazımı okuduktan sonra varın siz düşünün…

31 Aralık 2010-1 Ocak 2011 gecesi o kadar çok eğlendim ki birkaç günlüğüne de olsa 2011 hep öyle neşeli geçecek sandım. 9 Ocak’ta Barselona’ya döndüm ve evime girdiğim andan itibaren kara bulutlar sardı dört bir yanımı. 1 ay boyunca harıl harıl yeni ev baktım, kaldığım evde evi paylaştığım insan demeye dilimin varmadığı karaktersiz kişiler ortamda o kadar gerginlik yaratıyordu ki bir ay boyunca yaşadığım evde ne yemek yiyebildim ne duş alabildim. Bu kadar sıkıntının arasında bir de 15 Ocak’a kadar bir makale teslim etmem gerekiyordu bir kongreden kabul alan sunumum için. Yaşadığım evde huzurumun kaçmış olması, ev bulamıyor olmanın verdiği stresle birleşince makale yazmaktan vazgeçtim. Gözümü kararttım ve risk aldım. Uzatma verirlerse bir şekilde yazarım dedim. Haber beklemeye başladım…

Bir hafta sonra gelen haberde makale yollama tarihinin 31 Ocak olduğunu öğrendim, yani tam benim evden taşınmış olmam gereken tarih…

Bu sefer umutsuzluğa kapılmadım, ikinci şansı tepmek akademik kariyer hedefleyen bir insanın yapmaması gereken bir şey olurdu. Yavaş yavaş yazmaya başladım. Tam da o günlerde, geçen yaz girmek için başvurduğum ama boş kontenjan bulamadığım için reddedildiğim Niteliksel Araştırma Makalesi Yazma Seminerine kabul edildiğimi öğrendim. Hayat bu işte, bir yerden sizi zorlarken öbür taraftan bir sürpriz karşınıza çıkarıp umutlarınızın yeniden yeşermesini sağlayabiliyormuş. 4 gün boyunca sabahtan akşama kadar üniversitede bu seminere gittim, çıkışlarında kütüphaneye gidip birkaç satırda olsa yazmalıyım diyerek çalışma moduna girdim, sabah 8de çıktığım evime akşam 10da döndüm. Hayatı araştırma verileri olarak görmeye başladığımı fark ettim. Niteliksel araştırma yapmanın sırrının detaylarda saklı olduğunu anladım ve bu kadar detay arasında nefes alamadığımı hissettim. Kursun sonunda fark ettim ki niteliksel araştırma aslında hayatın ta kendisi, sadece herkes biraz daha iyi anlayabilsin diye daha organize edilmiş bir halde sunuluyor önümüze hayatın bir yüzü… Ve işte tam da bu yüzden niteliksel araştırma yapan bir araştırmacı olmak istediğimi kavradım.

Kurs bitti, taşınma sürecim başladı. Tam oh be artık huzura ereceğim, yeni evimde yeni bir hayata başlayacağım, kâbuslar bitiyor derken taşınmak için eşyalarımı toparlarken acı bir gerçekle yüzleştim: evi paylaştığım kişiler video kameramı, fotoğraf makinamı, netbookumu çalmışlar. Önce bünyem inanmak istemedi. Daha sonra acı gerçeği kabullenip polisin yolunu tuttum. 29 senelik hayatımda ilk defa Barselona’da polise yolum düştü. Çaldıklarına %100 emin olduğum halde ispatlayamamak, bir de yabancı bir ülkede yabancı bir dille hakkımı aramaya çalışmak… Kendimi o kadar güçsüz hissettim ki… Giden şeylerin maddi kaybına mı yanayım, içlerinde bulunan ve yedekleri olmayan araştırma verilerimin, emeklerimin, zamanımın, enerjimin gittiğine mi karar veremedim. Sonra kendime kızdım, neden çekimleri yaptıktan sonra hemen yedeklemedim yine hayıflandım. Polis biran önce o evden çıkmam gerektiğini söyleyince 3 günde taşınmayı planlarken bir günde apar topar eşyaları yeni eve attık. (Bu süreçte yanımda olan insanlara da blogum aracılığıyla tekrar teşekkür etmek istiyorum: Çağlar Birinci, Alice Piscitelli ve Neba Piscitelli… Sizlerin hakkını ödeyemem). Yeni evime ancak Şubatın ilk haftası girebileceğim için arada yaklaşık 1 hafta bana kucak açan kötü gün dostlarımın yanında kaldım. Bu karmaşalar olurken makale teslimime sadece 4 gün kalmıştı ve ben sadece metodoloji ve bulgular kısmını yazmıştım. Literatür taramasını yazmaya başlarken fark ettim ki giden netbookumun içinde literatür özetim de varmış… Son 1 gün kala giriş ve literatür kısmını yazmak demek mucize yaratmak demek değil aslında. İşin sırrını bilmek gerekiyor. Önceden yazılmış ödevlerden konuyla ilgili cümleleri bulup kırpıp biçerek yeni bir bütünlük yaratmak en kısa çözümlerden biri oldu o an için… Tabii ki kusursuz bir ürün olmadı, bilimsel bir dergiye göndermeye yüzüm olmazdı ama kongre sunumu olduğu için mükemelliyetçilikten bu seferlik vazgeçtim. Başıma gelen bunca şeye, yaşadığım psikolojik çöküntüye, kaybettiğim bilgilere rağmen 31 Ocak’ı 1 Şubat’a bağlayan gece 3 saat gecikmeyle makalemi gönderdiğim andaki rahatlama ve başarma duygusunu size kelimelerle ifade edemem.

Şubat ayı geldi, yeni evime yerleştim ve huzuru buldum. Peki ders çalışmaya dönebildim mi? Henüz hayır. En azından tüm aksiliklere rağmen Kasım sonu başladığım ve Aralık sonu bitmiş olması gereken pilot projemin veri toplama aşaması Şubat sonu bitti. Pilot projemi yaptığım okula kabul edilme sürecinde yaşanan e-mail trafiğinin aldığı zamanı size anlatsam inanamazsınız. İspanyolların nasıl koordine olamadıklarının örneğini yaşadım. “Şu gün toplantıya gelelim, o gün olmaz, peki ne zaman gelelim, siz ne zaman gelmek istiyorsunuz”lardan oluşan tek satırlık e-mailler sonrasında toplantı tarihi almamız 1 ay sürdü. Şimdi buna benzer bir e-mail trafiği de esas araştırmama konu olacak 2 okul ile yaşanıyor. Normalde Mart ortası gibi girmem gerekirken nisan sonu girersem mucize olacak gibi görünüyor. Bu durumda da temmuzda araştırma verileri toplama işi biter ben de İstanbul’a dönerim planları yine flulaşıyor.

Pilot proje maceralarımı aslında uzun uzadıya paylaşmak isterdim, ama şimdilik bu pek mümkün görünmüyor. Şu kadarını söyleyebilirim ki eğitim alanında çalışan bir araştırmacı olarak alana veri toplamak için girmek öğretmenler tarafından bir tehdit olarak algılanabiliyor ve sağlıklı bir veri toplama süreci için öğretmenlerin güvenini kazanmak gerekiyor. Öğretmenlerden sonra sıra çocukları kazanmaya geim, ama şimdilik bu pek mümkün görünmüyor. Şu kadarını söyleyebilirim ki eğitim alanında çalışan bir araştırmacı liyor ki bence bu işin en zevkli kısmı. Haftada 1-2 kere gittiğim okulda öğretmenler ismimi doğru söyleyemezken bahçeye girmemle beraber çocukların ismimi bağırarak etrafımda toplaşmalarını görmek beni çok mutlu etti. Araştırmacı kimliğiyle bulunduğum ortamda onlardan sık sık enerji depoladım. Çocuklar neden Barselona’da olduğumu bana hatırlattı. Tüm umudumu yitirdiğim anda hayallerimi yaşatmamda bana yardımcı oldular. Mutsuz olduğum anlarda içimi ısıttılar…

Ocak ve şubat işte böyle geçti… Mart ayını ders çalışma ayı ilan ettim. Ve itiraf ediyorum: Bugün 4 Mart 2011 ve ben en son ne zaman ders çalıştığımı hatırlamıyorum. Artık hayatımı doktora öğrencisi standartlarına sokmam gerekiyor. Pilot projemin verileri analiz edilmek için beni bekliyorlar, ben de analize başlamak için Atlas.ti öğrenmeyi. Mart sonunda İspanya’nın Valladolid şehrinde VI Congreso Internacional de Psicología y Educación /III Congreso Nacional de Psicología y Educación psikoloji ve eğitim kongresine bir sunumla katılacağım. Temmuz başında İstanbul’da yapılacak olan 12. Avrupa Psikoloji Kongresi’nde sözlü sunum yapmak için kabul almanın sevincini ve gururunu yaşıyorum. Bu kongrede araştırma grubumun 2 sene süren araştırmasını sunacak olmanın da getirdiği sorumluluğa yakışır bir sonuca ulaşmak istiyorum. Çalışmam lazım, çok çalışmam lazım...

Her gün aklıma yeni bir araştırma fikri geliyor. Bu fikirlere hayat vermek için düzenli bir hayata, zamanı verimli bir şekilde yönetmeye ama en çok da kendime ihtiyacım var...

Unutmayın, doktora yapmak bir süreç, hem de öyle bir süreç ki inişleri çıkışlarından daha fazla. Bir yandan hayat sizin önünüze çıkıp yolunuzu tıkay

abilirken öteki taraftan küçük başarılarla mutlu olmaya, araştırma verilerinizden enerji almaya çalışmanızı öneririm. Bir önceki yazımda aşk aşk dedim, bu yazımı da araştırma yapmak aş

kların en güzeli, makalelerle duygusal bağ kurmak ise aldatmayan tek ilişki diyerek bu yazımı sonlandırıyorum...


2 yorum:

  1. Billurcum o kadar yorum yazdim, gelmedi mi hic biri> Son ekz deniyorum balim. Dur bakiim ne demistim, hah, cok sikintilar cekmissin, sinir oldum yahu :( Her seye ragmen yilmamissin, gondermissin ya o makaleyi helal olsun sana:) Umarim mart-nisan-mayis sahane gecer ve gonul yaylari da gevser:)
    Opuyorum

    YanıtlaSil
  2. Bir Türk olarak yabancı bir ülkede yaşamak zor oluyor maalesef.Bir çok bürokratik engele takılıyoruz.Bir de aksilikler eklenince daha büyük problem.Çok gecmiş olsun dilerim bir daha böyle şeyler yaşamazsınız

    YanıtlaSil