17 Haziran 2014 Salı

III. İstanbul Çocuk ve Gençlik Sanat Bienali

Bienal denilince aklıma nedense hep sadece İstanbul Bienali gelirdi. En sonuncusuna gidememiş olsam da denk geldiğimde ziyaret ettiğim sergilerden hala aklımda kalan bir kaç eser vardır. Meğer bu bienalin Çocuk ve Gençlik versiyonu da varmış. İlki 2010'da yapılmış etkileyici bu etkinliği şans eseri Eğitim Sanatı Dostları Derneği'nde Waldorf Pedagojisi üzerine çalışmalar yürüten Şafak Hanım'ın Masa Tiyatrosu gösterisine beni davet etmesiyle öğrendim. Masa Tiyatrosu'nu neyse ki IPA World Conference 2014 kapsamında izlemiştim, çünkü Bienal kapsamındaki gösterilerine gitmek kısmet olmadı. Waldorf Pedagojisi ilginizi çekiyorsa 21 Hazirandaki Euritmi Gösterisi'ni kaçırmayın derim. Ayrıntılara şuradan ulaşabilirsiniz.

"Küçük Olan İyidir" temasıyla 15 Mayıs- 15 Haziran 2014 tarihlerinde gerçekleştirilen 3. İstanbul Çocuk ve Gençlik Bienali programında ilgi alanıma giren "Oyun ve Eğitim: Çocuğun hayatındaki bağdaşamayan iki gerçeklik mi?" başlıklı yetişkin eğitimini görünce çok heyecanlandım. Haftaiçi çalışmıyor olmanın da verdiği rahatlıkla düştüm yollara. Daha önce adını duymadığım yerini haritada görünce bile tanıyamadığım Mustafa Kemal Merkezi'ni tahminimden daha kolay buldum. Bienalin ana alanı olarak seçilen bu mekan beni daha girer girmez büyüledi. 
ASLI
Yetişkin eğitiminin kontenjanı 40 kişilik olmasına rağmen talep çok azdı. Organize eden görevlinin "çocukları getirmek kolay, ama yetişkinleri ikna etmek çok zor" yorumu manidardı. Yetişkin eğitimi yaklaşık 2 saat sürdü.Yeni bilgi ve yeni bir yaklaşım öğrendiğimi söyleyemeyecek olsam da oyun kavramının yetişkinler için ne kadar farklı anlamlara geldiğini ve sosyal yapılandırmacılığın ne kadar ütopik ve uygulanamaz olarak görüldüğünü farkettiğimi belirtmeden geçmemeliyim. Bir katılımcının "bize okulda social constructivism öğretiler ama uygulanabilir değil ki" gibilerinden ettiği yoruma karşılık eğitimcinin yaptığı "ben social constructivist değilim ki bana niye öyle bakıyorsun" gibilerden verdiği cevap hala kulağımda çınlıyor. Kapitalist sisteme hizmet eden eğitim sistemlerinden gelenlerin böyle düşünmesi çok doğal aslında. Kendimden hatırlıyorum yüksek lisansın birinci yılında aldığım bir derste final ödevimi bu konu üzerine yapmıştım: kapitalist düzende sosyal yapılandırmacı bir eğitim sistemi ne kadar realist ve uygulanabilir? Sanırım insanlarımız daha kolaya, hazırcılığa, kesin yönergelere, yaratıcılığa yer olmayan programlar uygulamaya alışmış olmalı ki sosyal yapılandırmacılık bir ütopya gibi algılanıyor. Güzel örneklerini görmeseydim belki ben de öyle algılamaya devam ederdim. Görebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. 

Bienalin sergisinden ise tam anlamıyla büyülendim. Hem devlet okullarından, hem özel okullardan, hem de güzel sanatlar liselerinden çeşitli çocuk ve genç sanatçının yapıtlarındaki sosyal mesajları içinizde hissetmemek mümkün değildi. Çocuk gelinler, aile içi şiddet, engellilik ilk göze çarpan temalardı. 


Penguenlerin bulunduğu yapıtı görünce aklıma tabii ki hemen Gezi olayları geldi. Tahminimce bunu yapan sanatçı(lar) da Gezi'ye selam göndermek istemişlerdi. Gençler ve çocuklar eserleri aracılığıyla toplumsal olaylara duyarsız kalmadıklarını ispat ediyorlardı. 


Serginin en beğendiğim eseri bu yazının başında yer verdiğim Hayallerden Yarınlara konulu "Aslı" isimli yapıttı. 

Gençler ve çocuklar sevilen ressamları da unutmamışlardı ve onları kendilerince yorumlamışlardı. 


Çocuk ve Gençlik Bienali'nde bile bu kadar yoğun sosyal mesaj varken mevcut eğitim sisteminin bu mesajlara kulaklarını kapamadığını kaç kişi söyleyebilir?

Türkiye'de nitelik yerine niceliğe önem verildikçe, kaliteli iş yapmak yerine makyaj yapalım güzel görünsün, daha sonra makyaj akarsa çaresini o zaman düşünürüz vizyonsuzluğu değer gördükçe idealist eğitimcilerin işi çok zor. Hepimize kolay gelsin.

Hoşuma giden bir kaç eserin daha fotoğrafı ile bu yazımı sona erdiriyorum. Sanatçı çocuklara ve gençliğe hakettikleri desteğin verilmesini diliyorum...